21 Şubat 2011 Pazartesi

Diş Yogası


Diş doktorum yoga öğretmeni olsa derslerine giderdim. Eli çok hafif, işinin ehli, yumuşacık bir kadın. Hem güleryüzlü, hem ciddi; hem yakın, hem mesafeli. Etrafındaki insanlara karşı saygılı, sakin ve empati yeteneği gelişkin.

Ağzımdan ellerine asılmış sürecin geçmesini beklerken teslim oldum yine bugün. İçimdeki çocuğa sarılmış, ruhuma sarmalanmış; bir ben varım, bir de o. Sebebi ziyaretim öndişlerimde yeni bir yapılanma projesi. Kimi zaman 20 dakikada işimiz biter, koşarak eve gelirim. Bugün durum biraz daha ciddi. Birlikte geçireceğimiz süreci rahatlatmak ve kolaylaştırmak adına sürekli şifa verdim, meleklerin yardımını talep ettim. Kaçabileceğim bir yer yok. Bu yıkım ve tekrar yapılanma benim iyiliğim için. Ve herşey gibi geçici. Sancılı da olsa geçiyor zaman! Tüm vücudumu rahatlattım. Öyle ya doktorumun işi ağzımda. Ağzım zaten uzun süre açık durmaktan, buldozer sesli aletlerden filan kasılmış. Bari geri kalanım rahat olsun. Kaşlarımı çatmama gerek yok, bize bir faydası yok yani. İki kaşımın ortasını gevşettim. Yogadaki şavasana pozisyonunda ellerim karnımda (shadow derslerinde ellerimizi göbek deliğini ortaya alacak şekilde şavasana yapıyoruz) yattım. Merkezimdeki ateşi tüm vücuduma yaydım. Kontrollü nefes almaya başladım. Sabah yogamızdaki çalışmayı dişçi koltuğuna taşıdım.

Gözlerim o aletlerle buluşmayı hiç istemez. Kapalılar. Yumuşak kaşlarımın ortasına Hindistan’da altın tapınaklı sikh şehri Amritsar’dan eşsiz Dharamsala’ya yaptığım otobüs yolculuğu görüntüleri belirdi. Hoplaya zıplaya gitmiştim üstüste insan dolu otobüslerde; kimi zaman tek ayak üzerinde. Hep şifa vererek rahatlatmaya çalışıyordum kendimi. Hem bir yere ulaşmak isteyen benim. O zaman isyan niye? Derin nefes ile varolan tüm rahatsızlıkları görmez olup içime gömülmüştüm. Etrafımda olan biten beni etkilemez olmuştu. Tepki vermemeye çalışmıştım. İyi ya da kötü diye yorum yapmak yerine herşeye pekala. İşte o zaman bulmuştum etraftakilere rağmen huzuru. Kendimi şikayetlerimle daha çok yormadan vardığımda nefes kontrolünü bırakıp o birlik haline geçiş hazzının tadına doyamamıştım…

Her koyun kendi bacağından asılıyor…Bugün diş doktorumun ellerine asıldım ben!

Çok şükür, bildiğim hiçbir fiziksel rahatsızlığım yok. Ara ara ortaya çıkan ufak tefek problemler ya cildimden çıkıyor ya da dişlerimden. Loise Hay’e göre kararsız insanların dişlerinde sorunlar olurmuş. E malum benim kararsızlıklarım kararlarım kadar meşhurdur alemde. Zihnimizden geçen herşey vücudumuza yansıyor. Zihinde başlayanlar vücuda yayılıyor dalga dalga ve sonra evrenin derinliğine dalıyorlar tabii, biz evrenin minik parçalarından.

Ziyeretlerimi sıklaştırmam gerektiğini konuştuk. Yanımda mat olduğunu görünce kendisinin de ufak ufak yogaya başladığını söyledi. Yeniliklere doğru yelken açıyoruz birlikte.

10 Şubat 2011 Perşembe

Devr'im


Yıl 2003. Elimde ufacık bir yoga kitabı. Geceler uzun, gündüzler kısacıkken ; ben gecelerde kaybolmuş iken asanalar deniyorum. Okudukça içine çekiyor beni yoga. Mutlu değilim, hayatımdan memnun değilim. Sıkılmışım. İçimde tüm kızgınlıklar, kırgınlıklar, üzüntüler, tüm duygular kabarmış.

Aynı zamanda aşığım. Herşeyimi bırakmış ona dönmüşüm. Sanki bu aşk beni çekip kurtaracak bunalımlarımdan. Oysa o aşk beni daha da karanlıklara itiyor zamanla. Kendimi kandırdıkça, aşka daldıkça kendimden uzaklaşıyorum.

Ablamla aram hiç olmadığı kadar kötü. Aynı evde iki yabancıyız. Çoğu zaman aynı evde de olmuyoruz. Ben öğrenci evlerinde, pijamalarım olmadan takılıyorum.

Anlamaya çalışıyorum kitapta yazanları: koşullar her ne olursa olsun şimdi ve burada olanla mutlu olmak, şükran duymak. Nasıl olabilir? Ben elimdeki mutsuzluk nedenleri listemi bir kenara koyup nasıl şimdiden memnun olabilirim? Anlamıyorum.

Artık et yemiyorum. Bir anda oluyor herşey. Çoğunluktan farklıyım. Kalbim diğerlerinden o kadar farklı ki çok sevdiğim eti artık sevmiyorum. En son etimi şubat tatilinde kentucky fried chicken’da madrid’te yedim. Çıktım ve karar verdim: bir daha yemeyeceğim. Henüz kentucky’nin vahşetinden haberdar değilim. Sadece his. Önce kalbim almıyor, sonra midem. Yavaş yavaş kapitalizme karşı tepki alıyorum. Bir süre sonra sevgili koladan vazgeçiyorum.

İsyanım var, devrim istiyorum. Önce kendimde vejeteryanlık devrimine başlıyorum, infected mushroom converting vegetarians albümü ile bas bas bağırıyorum. This is the time of the revolution!! Yumuşacık saçlarımı sıkıldıkça kesiyorum. Kafa derim görünene kadar. İspanya’ya gideceğim. Yeraltına dalacağım.

Toplumun kurallarına karşı kendi katı kurallarımı geliştiriyorum farkında olmadan. Öyle olmaz, böyle olur!!!

Bir kitabım daha var. Gurmukh’un Kundalini yoga kitabı. Gecelerin sessizliğinde meditasyon yapmayı deniyorum. Mantralar söylüyorum. Ama olmuyor sanki. Yoga beni çağırıyor. Kendi kendime ara ara giriyorum yoganın mahiyetine. O kadar!

İspanya’ya yaşamak için vardığımda yoga kursuna gitmek istiyorum. Erkek arkadaşım başkaları ile birlikte uçmamı istemiyor, O olmadan başkaları ile yükselmemi istemiyor :)

İşgalevlerinde yer altı kültürünü bizzat deneyimlerken, sözde antikapitalist bir hayat yaşarken bir yandan yoga istiyorum. Çelişkili durumlar yıllarca devam ediyor.

Evde her sabah yani öğlen (öğle vakti uyanıyorum) yoga pozları deniyorum.

Yıl 2005,sonunda ayrılıyoruz. Yogadan değil , başka sebeplerden. 9 gün sonra kendimi kundalini yogaya teslim ediyorum. Okuldaki öğle yemeği molalarımda bile kundalini yogaya koşuyorum. Bolca ağlayıp rahatlıyorum. Bir de arkadaşım var yanımda. Şili’li bir yengeç. Onun yanına taşınıyorum. Birlikte kundalini yoga, dikiş, çikolata ve ekolojik süpermarket tutkulu hayatımızı yaşıyoruz. Birbirimize şifa oluyoruz. Yumuşamaya başlıyorum. Saçlarım uzuyor. Arkadaşım güzelliğimi hatırlatıyor bana.

Göçebe hayatımda huzurlu yerlere kondukça yoga yapıyorum. Sonra aylarca süren uzun aralar veriyorum.. Batıda yoga elit bir grup insana ait gibi görünüyor bana. Bu insanlardan biri olmak kendimi rahat hissettirmiyor bir türlü. Yolumdan defalarca çıkıp, kendimi dağıtıp, sonra geri dönüp, kaldığım yerden devam ediyorum. Yogayı gerçekten hayatımın içine sindirmem, yoga yolunu kabullenmem 2010 mayısa kadar sürüyor. Artık başkalarının hakkımda ne düşüneceğini düşünmüyorum. Yargılarımı bırakıyorum.. Katı karşı kurallarımı yıkıyorum. Hatta arada birkaç kez et bile yiyorum. Tam 8 yıl sonra. Kendimle gurur duyuyorum. Olduğu gibi kabul ediyorum bana gelenleri.

2011 ocak sonu Berlin’deyim. Bir arkadaşım için. ’Berlin çok farklı’ diye beynime kazınan söylentiler için. Tam da benim yıllar önce yaşadığım gibi sözde karşı kültür bir grubun içindeyim. Umrumda değil isyanları artık. Onlarla dertlenemiyorum. Huzurluyum. İyi ki geldim. Bir de sabah shadow dersi buluyorum. Bir derste ne çok öğreniyorum. Kendi içimde bir devrim daha gerçekleşiyor. Bir ben daha ölüyor içimde, bir yenisi doğuyor; Berlin soğukluğundayken.

Ardından Paris’e Şili’li arkadaşımla buluşmaya gidiyorum. Bu hayattaki en iyi arkadaşlarımdan biri. Aradan 6 sene geçmiş fiziksel olarak birbirimizi görmeyeli. Daha dün görüşmüşüz gibi. Çok konuşmuyoruz bile. Neler oldu bu altı senede, neler değişti çok bilmiyoruz. Bakışıyoruz uzun uzun. Çok da vaktimiz yok birlikte. Hediyeleşiyoruz. Yaklaşık 10 saatimiz var iki günde. Gülüp geçiyoruz geçen zamana. Paris bizle daha da güzelleşiyor gözümde. Bir tane daha şahane bir shadow dersi ile ben tamamım.

Dünyanın bir ucunda incecik bir ülkede,incecik pırıl pırıl bir dostum var.
Varlığı bana şifa!
Hatırlayıp yeniliklerle dönüyorum doğu ile batı arasındaki kıvrım kıvrım şehre.