26 Temmuz 2011 Salı

yeni medeniyetler



Gecenin serinliği vurdu, gündüzün tuzu üzerimde kurudu. Bu gece kıvrım kıvrım Ege’yle vedalaşıyoruz. Dalgalar fısıldıyor yine. Hiç ayrılmayalım istiyorlar. Ben de bu son gece denizin işveli sonsuzluğuna karışsın diliyorum.

Yol var bana, üç vakte kadar, tam dört tane. Hepsi açık yolların. Yollarda bu pırıltılı dalgalar güç verecek bana. Yolları yapıp döneceğim yine, döndüğümde bir damlacık ben koskoca Ege’ye karışacağım. Ege sularına yazıyorum balık hayallerimi.

Portland'daki astroloğun bana önerisi yedi yıllık kalkınma planı yapmamdı. ‘Yedi günlük planımı bile zor tasarlarken yedi yılı nasıl yaparım?’ diye düşünerek neredeyse bir sene geçti. Yüreğim bir o yana, bir bu yana çekildi durdu da kulak asmadım. Şimdi daha net herşey. Ne istediğimi biliyorum. Yollarda karşıma bambaşka bir şey çıkar da alıkoyarsa beni hayallerimden ona da pekala demek düşer ; eminim benim için daha iyi olacağı içindir. Şimdilik plan hazır.

Bloglar kapatıldı ya hani, bir süre ulaşamadım bloguma, yazılarıma….Normale dönse de blog dünyası , bir türlü ellerim gitmedi klavyaye. Nice ülkeler gördüm baharda sesim çıkmadı, defterime yazdım ama bloga varmadı parmaklarım. Nice güzellikler yaşadım hiç haber edemedim kendimden. İki kere büyük hocamla buluştum. Viyana’da ve Sırbistan’da bir kasabada. Hoooop diye özüme indim hocamız konuştukça. Yüzeye çıkanlarla bakıştık, anlaştık. Öğrendiklerimi uyguluyorum her daim.

Haziran 19’unda anaokulu görevim sona erdi. 21 haziran dağlardaydım. Buz gibi şelalelerde yıkandım. Toprakta uyuyup, ateşlerde yaktım üzerimde biriken yükü, bırakmak istediklerimi.

Yaz gecelerinin serinliğine kavuşunca sabahlara kadar uyumadım!

Yıldızlara doyamadım.

Samanyolu aynam oldu,ona bakarak fırçaladım dişlerimi. Ayın parlak, cilveli hallerini kovalayıp durdum. Kimi zaman sabah yogamı yapıp öyle daldım uykuya, kimi zaman sabah yogalarım yerini akşam yogalarına bıraktı.

Erken yat erken kalk sistemimden uzaklaşsam da bu kez de esnekliğime hayran oldum. İsyan etmedim kendime.

Şifalandım. Dalından koparıp tüyleri güneş ışığı ile pırıl pırıl şeftaliler; olgun diri dutlar yedim. Ege sularında midyelere daldım. Palet çırparken güneşin kırılan ışığı bir denizin dibindeki kumlara, bir bana vurdu. Büyülendim.

Bendirim sihirli hanımı çalışmanın, ateş çevirmenin tadına vardım.

Arada küçük hocam evlendi Leros adasında. Onun güzelliği ve mutluluğuyla doldum. Zamanda yolculuk edip çocukluğumun Bodrum’una gittim Leros’la. Aynı dinginlik, aynı mavi. Ege mavisinin gök mavisi ile birleştiği ufka bakakaldım.

Ne kadar korumaya çalışsam da kendimi İstanbul’un yoğunluğundan çarpıyor, sarsılıyorum. Havalar ısınınca cam açık uyumaya başladım, rüyalarım etkilenmez mi İstanbul’ un bitmek tükenmek bilmeyen sesinden! Hatırlıyorum da Kazakistan’ın sessiz çöllerinden döndükten sonra İstanbul sesiyle uyumaya alışmam zaman almıştı. Çınlayan kulağımdan doktora bile görünmüştüm. Sonra alışıyor insan yaşadığı koşullara…Sürekli bir dönüşüm halindeyiz ya ben yeni alışacağım koşulları değiştirme kararı aldım.

İki kışlık İstanbul kafi.

Nasıl olsa göçebe ruhum nereye giderse orada kuruveriyor medeniyetini. Kendi medeniyetini her gittiğin yere taşımak, her gittiğin yerde kendine ait bir alan açmak. Bu gittiğin bir ülke de, bir oda da olabilir, arkadaşının evine vardığında kendine ait bir köşe bulup oraya yerleşmek de.

Kısa süreli medeniyetler.

Küçükken annem köşe bucak temizlik yaparken koltukların altını silmek için koltukları ön yüzeyinde duracak şekilde öne yatırırdı. Hemen içine yerleşirdim oyuncaklarımla, eşyalarımla. Koltuğun sırtı tavana paralel hale gelmiş, o hemen benim çatım olurdu. Düzenimi kurardım içine, koltuk medeniyetimin. İçine yerleşir orada oynardım bir süre. Temizlik bitene kadar...

Bittiğinde gider başka köşeler bulurdum işgal edecek. Apartmanın merdivenlerine çıkardı bu medeniyet bazen. 3-4 basamak benim evim olurdu. Hemen oraya yerleşir,düzenimi kurar orada yaşardım bir süre.

Her gittiğim yeri evim gibi hissetmem için özel bazı eşyalarım var. Onları koyduğum her yer benim evim. Göçebe hayatım beni uzak ülkelerdeki küçücük odalara taşıdığında bu eşyaları yerleştirdim mi tamamım. Sıcacık evim. Bir köşe yarat. Minik şiva.. Deniz kabukları,ormanlardan gelen ağaç kabukları çekirdekler, plajlardan taşlar..Hazır mı şükran köşesi? Onları yerleştirmeden uyumak huzurumu kaçırır. Yerleştikten sonra asılan bayrak (bir lungi, pareo elde ne varsa) da medeniyetin kurulduğunun göstergesi.

Yoga hayatımın merkezi. Yogamın etrafında dönüyor herşey. Yeniden portland’a gidiyorum yakında sıkı sıkı çalışmak, sabahın kör karanlığında yogamla ve hocamla buluşmak için. Tatlı gece uykularının yerini hiçbirşey tutmuyor. Kaçan düzenimin yerini alan düzensizlik düzenim sona eriyor yavaş yavaş. Denge yerini buluyor kendiliğinden.

Bu yeni bir girişim olsun tekrar yazmaya dair. Nasıl olsa portland gönlümü açtıkça, parmaklarım coştukça buluşuruz yine.