1 Eylül 2010 Çarşamba

Yağmurla gelen...


Geldiğimden beri ilk kez yağmur yağdı. Bütün gün. Ağustosun son günü. Ben yağmura hazırdım,hatta bugünü bekliyordum diyebilirim. Geldiğim ilk hafta vegan ve fiyakalı yağmur botlarımı almıştım. Koca kışı İstanbulda ya ayaklarım ıslak gezerek geçirdim, ya da 2005ten kalma ablamın hiç sevmediği kara çarşafı andıran adidas ayakkabılarımla. Yağmur botum yoktu ama kar çizmem var çok şükür. Belki onlar da 2005 modeldir hatırlamıyorum ama yepyeniler hala. Onlarla en güzel anım kapadokyada ıhlara vadisinde oldu,çok işime yaradılar gerçekten. Karda trekking yapıp, mağarada yaşamak için en uygun çizmeler onlar değilse de beni sıcacık tuttular. Sonra da Kazakistana kadar beraberdik.

Ayaklarıma pabuç bulma işim zor benim. Deri ve türevlerinin tenimde bıraktığı hissi sevmiyorum. E biraz veganlık da var tabii kanımda. Karnımı doyurmaya gelince veganlık işime gelmiyor. Yoğurtsuz ve beyaz peynirsiz yaşamayı gözüm yemiyor. Ama ayaklarımın ya da ellerimin deriye dokunuşu tüylerimi kabartıyor. İşte bu şekilde hep bot bakındım İstanbulda. Bulamadım. Plastik yağmur botlarından bile kendime göresini seçemedim. Buraya gelir gelmez bizimkilerle karşılaşınca hiç düşünmeden aldım. Biraz giymesi yürek istiyor, üzerinde yeşil bantları, çizgili kumaşı falan var. Normalde yeryüzüne en yakın şekilde yaşamayı seviyorum, bunların kauçuk tabanları biraz yüksekçe.

Yağmuru görür görmez sevinçle geçirdim ayaklarıma botlarımı, uzun şeffaf yağmurluğumu da giydim. Atladım bisikletime, yollara düştüm. Ohhh! Serin hava, ne güzel de esiyor derken eskilerde buldum kendimi. Küçükken Kurşunluda yazlığımız vardı. Çocukluk maceralarımın merkezi. Ağustos 15 oldu mu yağmurlar ara ara içimizi serinletmeye başlardı. Daha okullar kapanmadan önce o yağmur günlerinde ne giyeceğimi planlamaya başlardım ben. Yanıp kavrulduktan, kapkara olduktan sonra gelen serinliğe hazır olmak isterdim. O gün denize girmek yok, havuz yok, güneşlenmek yok. Herkes bocalardı biraz. Bense hazırdım eşofmanlarım ve test kitaplarımla. Evde annemle vakit geçirirdim, bol bol test çözerdim. Sahile inip iğde ağaçlarının altında arkadaşlarımla sohbet ederdim. Sonra iğdeleri kontrol ederdik bir iki ağzımıza atıp. Burkulan ağzımızın cevabı hep aynı "daha değil, eylülde kıpkırmızı olunca yenebilecekler". Okullar açıldıktan sonra havalar hala güzel gittiği için insanlar haftasonları yine giderlerdi yazlığa. Biz hiç gitmezdik. "Temelli" (böyle denirdi) Bursaya döndük mü bir dahaki yaza kadar...

Benim bir de yazlık sevdiceğim vardı.İlk aşkım o muydu bilemiyorum. Öyle çoklardı ki hangisine ilk derim çözemedim şimdi. Bu yazlıktakiyle 4 yaz boyunca çıktık. İlkokuldan beri gözüm vardı onda benim. Kral kraliçe oynarken bana gelirse kalbim çarpardı. Saklambaçta beraber saklanmaya bayılırdım. Ancak ortaokulda başladık biz. Kışları da aynı okuldaydık aslında ama selam vermezdik birbirimize. Bir üst sınıftaydı. Ben isterdim konuşmayı, gülen kara gözlerine bakmayı. O istemezdi, nedenini o zaman da anlayamadım pek. Arkadaşları ilişkimizi bilsin istemezdi, utanırdı. Kendi kış dünyasına beni almak istemezdi. Bazen bakışırdık ama genelde kaçardı benden. Çok ağladım onun için kaçmasın diye, yanımda olsun beraber bir kış dünyası yaratalım diye. O benimle yazları takılmak istiyordu, o kadar. Peki o kadarsa neden kafeterya denilen o alanda ben paten kayarken izliyordu gözlerini ayırmadan? Neden göz kırpıp aklımı alıyordu?Neden akşamları annemler uyuyunca gelip balkonun önünde benimle sohbet ediyordu?

Sırlarla dolu insanoğlu. Daha o zaman anlamalıydım karşımızdaki insanın gerçekte neler yaşadığını, ne hissetiğini bilemeyeceğimizi. Hep ispatlamak istedim ben. Biliyordum onun da yüreği benim için çarpıyor, hissediyordum ama bunu hem kendime hem ona hem de diğerlerine kanıtlamak istiyordum. Yoksa ben deli miyim 4 yaz boyunca beni sevmeyen biriyle olacağım?

Sahilde ne çok Sezen Aksu şarkıları söyledim onun için. Ezberledim, sandım ki sesimi beğenir de aşık olur bana. Sandım ki sözleri üstüne alınır da anlar beni. Çok güzel zamanlarımız da oldu maceradan maceraya koştuğumuz. Arka taraftaki evlerin bahçelerinden meyveler yürüttüğümüz, zillere basıp kaçtığımız, karamuk toplamaya gittiğimiz, çekirdek çıtladığımız, papağanda pideler yediğimiz, ilerideki sitelere yürüyüşler yaptığımız, kayığa yüzmelerimiz, taş iskelede yatıp dalgaların üzerimizden geçmesini heyecanla beklediğimiz, dağa pikniğe çıktığımız, roma dondurmacısında geçen akşamlarımız, yıldızlar altında duygulanmalarımız, arabesk dinleyip uludağ gazozla güzel marmarayı karıştırıp içtiğimiz...Ne kadar uzundu yazlar biz küçükken...

Biz biraz büyüdük ve ilişkimiz bitti. Onunla uğraşmayı bıraktım. Daha çok sevileceğimi sandığım başka aşklar buldum kendime. Beni yaz kış sevecek birilerini...

Bugün saçımı iki kuyruk yaptım. Türkiyede saçımı böyle toplayınca çok dikkat çekiyorum. "30 yaşında rastaları olan bir kız saçını iki kuyruk toplarsa, bakarız böyle" diyor yanımdan geçen herkes sanki. Oysa ben dikkat çekmek istediğim için değil, mutlu hissettiğimde, içimdeki çocuğa yakın olduğumda saçımı böyle toplamayı seviyorum. Burada çok normal, kimse dönüp bakmıyor bile. Bakarsa da beğenmiştir,ya bunu hemen dile getirir ya da bir gülümseyişle içimi ısıtırlar. Sokaklarda saçını iki kuyruk yapmış bir dolu kız
var. Hepsi de mutlu görünüyor. Acaba bugün onlar da içlerindeki çocukla konuşuyorlar mıdır?
portland
Aylin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder