7 Aralık 2010 Salı

kurtlarımı döküyorum!






İstanbul ve ben ayrılıp ayrılıp barışan sevgililer gibiyiz. Hani benim çok çok kızdığım bir türlü anlayamadığım ilişki türü var ya.. Liseden kalma sevgilinin üniversiteye uzaması gibi. Aralarındaki ilişkinin bittiğini kabul edemeyen, ‘onsuz ne yaparım?’cı sevdalılar gibiyiz. Bir türlü tam olarak kopamıyoruz birbirimizden. E ne de olsa çocukken başladı benim İstanbul aşkım. Her defasında biraz daha kırgın başlıyor iki taraf da ilişkiye. Bir süre sonra eski günlerin hatırına alışıyoruz birbirimize. Neredeyse bir aydır İstanbul’dayım. Su gibi geçti zaman yine ben yeniden alışmaya çalışırken. Herşey aynı bıraktığım gibi, ben hasretten hatırlamaz olmuşum gerçekleri. Şimdi hepberaber gözlerimin önüne seriliyor tüm gerçekler. Tüm güzellikler,keyifler ve İstanbul’un acıları.


Bayramdan birkaç gün önce ulaştım memlekete. Uçak savrukluğunu daha üzerimden atmadan Bursa’ya gittim annemlere. Orada da herşey aynı. Aslında çok şey değişiyor bir yandan. Bursa’nın bir bölümü benim çocukluğuma ait sadece. Hani o Portland’ın dökülmüş yapraklarını benzettiğim adı üstünde ‘yeşil’ semti. Yeşil’de de kuru yaprak halısının üzerine basarak yürürdüm. . Portland’daki akçaağaçlar (maple yani) bana yeşildeki çınarları hatırlattılar oradayken. Şehir giderek büyüyor, annemler ev değiştirip duruyor. Ama herşey aynı evin içinde. Kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bayramda gelen misafirlere tatlı ve çay ikram ediyoruz ablamla. Kolonya ve şeker tutuyoruz gülümseyerek. Annemlerin tanıdığı bizim hiç görmediğimiz bu insancıkların meraklı gözleri üzerimizde, kurban edilmişlerin hikayeleri kulaklarımızda bir tabağa iki tatlı iki tuzlu koyuyoruz. İki tatlı - iki tuzlu.


Sonra kuzenlerim de geliyor. Onlarla paylaştığım çocukluğun ardından yılda ancak bir iki kez görüşebiliyoruz. Bayramdan bayrama desem bile olmaz. Bazı bayramlarda da yok oluyorum ben buralarda. Bir tanesi her defasında sitem ediyor anneanne gibi. ‘ Valla’ diyor ‘yıllardır görmüyorum ben seni.’ Neden neden neden? İsyanlarda kendisi. Ne desem , nasıl yatıştırsam bilemiyorum. Yok canıııım diyorum abarttın sen de! Ama bir türlü hesaplayamıyorum en son ne zaman görüştüğümüzü. Neyse çok uzatmadan dolmalarda buluşuyoruz. İyi ki yapmış annem bu dolmaları. Biraz daha zaman geçince içlerinden biri topuz yapıp saklamaya çalıştığım saçlarımın arasından bir rasta çekiştirip çıkarıyor. Yalancı diyor senin değil bu saç , gerçek değil, takma! Hay allah ne diyebilirim ben şimdi… Saçlarım incelenirken tamamen açma tekliflerini reddediyorum. Kuzenlerimin eşleri var, çocukları var boy boy. Kendi hayatları var yani dolu dolu. Beni neden takarlar kafalarına?. Çocuklardan konuşsak mesela? Nasıl fikir? Saç modellerini araştırmak için de internete baksak…Ya da kuaförlere danışsak. Birbirimizin kafasını daha fazla karıştırmasak. ..


Anneanne , babaanne ve büyükannemizi de ziyaret edip anıları tazelerken lokmaları , lokumları da götürüyoruz mutlu mutlu. Çok şükür herkes iyi ve aynı! Değişen tek ben miyim? Ya da onlar değişikliklere öyle güzel adapte oluyorlar ki hiç çaktırmıyorlar değiştiklerini. Büyükanneme vardığımızın üçüncü dakikasında birlikte yoga ve meditasyon yapıyoruz. Benim büyükannem muhteşem bir kadın. Herşeyi bilir. Bilmediğini de öğrenmek ister. Biz de ne öğrenmek istesek önce ona danışırız. Mutlaka biliyor olur. Kumaş boyamayı, sirke yapmayı, dikiş ayrıntılarını, bardak çekerek sırttaki ağrıları yokemeyi vs. Bazen de ne olduğunu bilmeden yaptığı garip hareketler vardır. Bir kısmını biz yogada yapıyoruz… ‘Anlanmak’ der o yaptığı hareketlere. Benim büyükannem sihirlidir. Sihirli büyükanne! Bir defasında yeni evlerine taşındıklarında güneş o kadar güzel batıyormuş ki Uludağ’ın ardına, videoya almış. Almış ki ne video! Biraz üzerinde oynansa Barselona’da modern sanatlar müzesinde video art olarak gösterilir ‘sihirli büyükannenin sihirli işleri’ adı altında.


Bayramın üçüncü günü bize müsaade! Bir dahaki sefere Portland’ı anlatırım doya doya. O kadar da merak etmiyorlar zaten oraları. Beni şimdi yanlarında görmek onlara yetiyor. Yolda İznik’’e uğruyoruz benim gezgin ruhumun isteğine uyarak. İznik çok güzel. Bayram kalabalığı falan dokunamıyor güzelliğine. Orada öylece duruyor Osmanlı İmparatorluğu. Avlularla içimizi ferahlatıp, İznik’in turkuazına dokunup, öyle dönüyoruz İstanbul’a.


Pek evden çıkmıyorum burada. İlk geldiğim hafta bir partiye gittim o kadar. Partilere yalnız gidiyorum ama içeride parti arkadaşlarım var. Sabah 6lara kadar dans edip kurtlarımızı döküyoruz(mecazi anlamda). Portland yoga macerasının mezuniyetini kutladım adeta.

Karıncaların arasına kaynayıp yürümek istemiyorum hala. Sabah erkenden yogam ve ben varız. Sonra kahvem ve ben vardı geçen haftaya kadar, şimdi detoks dönemi. Yine döküyorum kurtlarımı (gerçek anlamda). Bir hafta sürecek bu evrenle birlik halimi derinden hissedişim. Çok mutluyum. Kolay da değil hani. Ruh gibi duruyorum öylece. Önce ev detoksu yaptım. Odamı düzenledim, attım , verdim ve yerleştim. Sonra vücudumun detoksu. Bizim ortaköydeki aktar benim botoksa ihtiyacım olmadığını düşünse de ben yok yok diyorum detoks bu, herkesin ihtiyacı var :)


Hoşgeldim görüşmeleri bitmek bilmiyor bir yandan. Görüşmeleri genelde sultanahmet’de gerçekleştiriyorum. Müzeler ve camiler eşliğinde. Beyoğluna varmıyor ayaklarım. Dansa başladım yeniden. Vücut ne garip bir şey. Öğrendi mi unutmuyor. Sanki sadece iki hafta önce dans etmişim gibi hemen hatırlıyor teknikleri. Hop yere düş ve kalk; kapan ve açıl merkezden. Dans meğer bisiklete binmek, araba kullanmak gibiymiş. Unutulmazmış. Yogamın faydasını, vücudumun hafifliğini hissederek dans ediyorum eski ve yeni arkadaşlarımla.


Pazara gittik dün. Bolluk bereket dolu memleketim. Kilolarca sebze ve meyve sahibi olduk. Detoksa destek amaçlıydı pazar seferimiz. Zira havalar bahar gibi 25 derecede gittikçe kış sebzeleri çıkamamış,çıkanlar çok pahalılanmış, bizim manav da zorda kalmış anlaşılan. Manavımız güzelliğini yitirmiş. Pazar pakladı bizi. Burada hem sağlıklı, hem leziz besleniyorum. Ablamın portakal suyu ile pişirdiği mandalinalı ve armutlu kereviz yemeği güzel bir örnek sınırsızca yarattığı tatlar arasında.


Atölye çocukevi beni bekliyor hala, bu hafta kavuşacağım çocuklara. Türünün tek örneğiyim ben. Yavaş bir insanım. Yıllar ve yollar içerisinde ne kadar hız tecrübesi kazansam da yavaş yavaş ilerliyorum hayatımda. Emin adımlarla. Sürekli yeni yol planları yaparak geçiyor günümün belli saatleri. Ne zaman, nereye gidebilirim? Yogamla birlikte nerelere varabilirim? Hangi diyarlar bekliyor beni? Ben bu istanbul’da duramıyorum. Başka hayatların mümkün olduğunu bile bile burada uzun süre kalamıyorum. Korkmayın hemen gitmiyorum. Şimdilik buralardayım. Aklımdakilere kalbimi katarak materyalize edeceğim ve sonra uzaklaşacağım. Yine ziyaretinizde bulunurum ara ara. Hem sizleri seviyorum, hem de İstanbul’u. Olduğu gibi. Herşeyiyle kabul ediyorum varlığını.
Aylin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder