9 Eylül 2010 Perşembe

Bir Klasik


Bir yol daha..Portland'dan (Oregon) Oakland'a (Kaliforniya). Vakitlice havaalanındayım. Yolculuk için tek başıma kaldığım an önce yanıma ne almayı unuttuğumu hatırlıyorum. Hep böyle. San Francisco'nun sahil bölümünde yaşayacağım 15 günlük yeni evimde dvd izleme şansım olacak mı bilmiyorum ama shadow yoga dvdmi almayı unuttum. Bu yolculuğun amacı da büyük hocam Zhander Remete ile nata yoga kursu yapacak olmam. Shadow yoga dvdmin içinde nata yoga bölümü de var. Canlı olarak izleyeceğim zaten diye rahatlatmaya çalışıyorum kendimi.

Bol bol zamanım var , dükkanlara bakıyorum belki bir hediyecik bulurum diye. Karnımın açlığını ve buralardaki uçakların türk usulü ikramları olmadığını hatırlayıp portakallı domates çorbası içiyorum. Bir de zor anlar için güzel bir sandviç alıyorum,italyan reçeteli. Kitaplara bakıyorum ve elektronik eşyalara...Havaalalanı internetinden yararlanıp ablamı aramak istiyorum ama bakıyorum saat yaklaşıyor. Uçağıma bineceğim kapıya doğru yürümeye başlıyorum. Aslında bu yönde yürümeye çoktan başlamıştım ama uzakmış. Hızlanıp yürüyorum.

Bir güvenlikten daha geçeceğimi görüyorum hem de ayakkabıları çıkararak. Burada kimse kızmıyor ayakkabıları çıkaracak olmamıza. Kimse söylenmiyor. Türkler şikayet etmeyi ne kadar da çok seviyor. Eckhart Tolle toplumların da insanlar gibi acı bedenleri olduğunu söylüyordu, ortak yaralarımızdan bahsediyordu. Acı beden hep beslenmek istiyor ve Türkiye'li acı bedenlerin en sevdiği şeylerden biri de şikayet etmek bence. Amerikalılarınki ne acaba derken bakıyorum uzun sıra geçmiş, ayakkabılarımı çıkarıyorum.

Hindistan'dan getirdiğim bakır su şişemi de kontrolden geçtikten sonra uçağa binmeden önce tuvalete uğrar dökerim diye düşünüyorum. Uçağa likit almıyorlar ya, aklımda yani...Çantamdan bilgisayarı da çıkarıyorum kontrol için. Ben geçiyorum öten aletten ötmeden , çantam geçemiyor! Su büyük problem! Diyorum ki hemen dökelim çöp burada, rahatlama odası (tuvalet) hemen buracıkta zaten, ben de uçağa binmeden önce dökecektim. Türk pasaportumu neşe içinde karşılayan polis konu su olunca sesini ciddileştiriyor. Amerika kanunları böyle diyor, sıradan çıkacaksın onu boşaltıp öyle geleceksin. Tekrar mı bu uzun sıraya gireceğim? Uçağıma az kaldı ama diyorum beni döndüğümde sıraya kaynatır diye ama nafile..Durum çok ciddi. Yüzler asık! Kocaman adımlarla kabullenip ilerliyorum rahatlama odalarına doğru. Biliyorum ben uçak kaçırmam ama yine de korkuyorum işte. Ya bu sefer kaçırırsam? Sıra tekrar bana geliyor. Bu kez panik ve sinirden bilgisayarı çıkarmayı unutuyorum. Aynı polis geliyor, çantam bir kez daha geçiyor, ben bekliyorum. Ben polisten özür dilemeye çalışırken polis koş diyor, daha çok yolun var KOŞ!

Gözlerim kocaman koşmaya başlıyorum. Kalbim yerinden çıkacak gibi. Yürü yürü bitmiyor sanki yollar. Olamaz hayır olamaz diye diye hızla ilerliyorum. Korkunç bir enerji tarafından kuşatılıyorum. Tüm vücudumu kaplıyor. O an başlıyorum 3 kulluvallah bir elhamla koşturmaya. Çocukluğumdan beri en korktuğum anlarda aklıma gelen kutsal sözler bunlar. Bir de son yıllarda om nama şivaya eklendi belleğime, benliğime. Artık garantiledim korkunç anlardan sıyrılmayı. Gerçi bir tatlıcık arkadaşımın söylediğine göre ayetel kürsi de öyleymiş. %100 sonuç veriyormuş. Ben onun tamamını ezberleyemedim, hep kopya çektim. Koşuyorum. Om nama şivaya,om nama şivaya,om nama şivaya...Evet diyorum daha kursa iki gün var. Kaçırırsam da bir şey olmaz. Bir sonraki uçakla giderim.Ölüm yok ya ucunda korkma, üzülme. Paradan başka bir şey kaybetmem şu hayatta bir uçak kaçırmayla. Hayır korkuyorum, ne derim ablama, ne derim Defne'ye? Havaalalanındaki tüm ışıklar birbirine giriyor. Çin'de ya da Tayland'ta bir şehirde akşam saatlerine benziyor görüntüler. Yazılar, yanıp sönen uyarılar, reklamlar... Kaos.

Varıyorum kapıya. Kimse yok. Bir hostes kız yaklaşıyor paniğime. Eylin sen misin diyor. Adımın nasıl yazıldığını görenler adımı 'Eylin' sanıyor burada. Evet diyorum. Tamam balım diyor sakin ol bi kontrol edeyim hala acık mı kapı bakalım. Bir OK almam gerek canım. Bekliyoruz. Kapıya o an büyüler yapıyorum, reikiler gönderiyorum. Ve açılıyor. İçeri girdiğimde herkes bana bakıyor. Eskiden olsa daha çok utanırdım ama bu kez hepimizin başına gelebilir ifadesiyle ilerliyorum koridordan. Herhangi bir yere oturuyorum nefes nefese, şaşkın. Bir elimde boş bakır şişem, bir elimde italyan sandviçim.

Gülümsüyorum. Bu noktaya pekçok defa yaklaştım ama hiç uçak kaçırmadım. Kapılar hep açıldı benim için. Karneme hiç kırık getirmedim. Son anda , kurtarma sınavıyla, kanaatle, hocaların önünde ağlamalarımla, dualarımla..

Uçak havalanırken neden bu kadar korktuğumu düşünüyorum. Aptal durumuna düşmekten korkuyorum. Aptal olduğumu düşüneceklerinden korkuyorum. Böyle bir salaklığı ,böyle bir dikkatsizliği yapmak çok fazla geliyor. Hala hakkımda ne düşüneceklerini tartıp duruyorum. Geçecek bir gün biliyorum. Giderek azalıyor çünkü. Herkesi takmıyorum artık. Sadece benim değer verdiğim, benim için önemli ve kıdemli insanların ne düşüneceğini önemsiyorum. Eğer böyle bir hata yaparsam sevmeyecekler sanki beni bir daha.

Davranış kalıplarımı her farkedişim biraz daha alan açıyor içimde. Sivrisinek dediğimiz tittibasanada daha rahat, daha uzun süre kalabiliyorum. Çok seviniyorum.
Şeker bayramlar olsun size...bana natabayram.

Aylin

1 yorum:

  1. Aylincigim
    Blog'unu yeni fark ettim. Defne Portland'da oldugundan soz ettiginden beri merak ediyordum hikayelerini. Artik blog sayesinde imrenerek izleyecegim
    Cok sevgiler

    YanıtlaSil